25 Mart 2020 Çarşamba

İlahî mi Adâlet?

  (2016’dan kalma bir yazım, sorgulamaya başladığım günlerime selam olsun. )

   Evrende başka hayatların var olmadığını varsayarak konuşuyorum; dünyada adalet dışında her şey var.. Lâkin adalet yok! Peki adâlet nedir? Âdil olan... Yani kelime kökeni tam olarak bu.

   Peki âdil olan şeyi âdil yapan tam olarak ne? Bireylerin söz konusu bir husustan tatmin olması mı? Lehine olması mı? Peki birinin lehine olan durum bir diğerinin alehineyse? Âdaleti hukukî açıdan ele almıyorum elbette... Yaşam koşullarından bahsediyorum.  Yani tam olarak ilahî adaletten, şâyet var ise!

  Misal, kimse doğduğu yeri seçemiyor. Ben ne vakit böyle bir örneklemeye girsem, karşımdaki kişilerden hep aynı cevabı duyuyorum; ''Doğduğun yeri seçemezsin fakat yaşadığın yeri seçebilirsin.''

   Hmm.. Demek öyle.

  Yani diyorsunuz ki, 3. dünya ülkesinde doğmuş birisin, vize uygulamasına tâbi tutulduğun sebebiyle bir diğer kişinin inisiyatifi ile herhangi başka bir yerde yaşayabilme ''özgürlüğün'' var.  Ya da bir saniye, bir örnekle bunu daha da açalım.

   Türkiye'de yaşıyorsun. (Evet, 1. dünya ülkesi değiliz!)

  Önce pozitif düşünerek konuşalım. Türkiye'de doğdun, okul okudun. İngilizce biliyorsun -ki yurt dışında yaşayabilmek için bir iletişim aracın olsun elinde- ve mezuniyetin akabinde bir işe girdin ve birikim yaptın. Dil biliyorsun, mesleğin var, finansal gücün de var. Doğduğun yeri seçemedin, fakat yaşadığın yeri seçiyorsun; ne mutlu sana!

   Gelelim gerçekçi olmaya! Türkiye'de doğdun, okul okuyamadın. Son jenerasyondan bile değilsin, bir anne bir baba olabilecek yaştasın, belki daha bile geçkin bir yaşta. Dönemin koşulları malum, herkes okul okuyamadı. Öyleyse İngilizce de bilmiyorsun. Fakat elbette bir mesleğin var, geçimini sağlayabiliyorsun. Toplumun mektepli değil de alaylı dediklerinden birisin. Koşulların başkalarına nispeten iyi ancak yaşamak istediğin yeri seçmek yine de senin elinde değil.

   Şimdi o mükemmel soru gelsin; bu ne kadar âdil?

   Tatmin edici olmadıysa başka bir örnekle geliyorum, hazır olun!

  Afrika'daki açlığa gelelim. Klişe, fakat oldukça gerçek! Eğer Afrika'daki açlık biz ''tok'' olanların sınavıysa, Afrika'da doğanların biz varlıklılar için sınav sorusu olmak istediklerinden emin değilim. ''Bu dünyada zulüm görenler diğer tarafta mükâfatlandırılacaktır'' dediğinizi duyar gibiyim.  Bakın ben acı çekmekten bahsediyorum. Üzerine sinek konan, hani şu kemikleri derisiyle bir olmuş insanlardan bahsediyorum. Sen sınanabil diye oradakilerin doğduğu ilk andan beri bitmeyen bir acı çekmesinden, aç kalıp en sonunda ölmelerinden bahsediyorum.

   Âdil değil. Kabul etmiyorum! 

   Savaşmak istemeyen birinin yaşadığı ülkenin bombalanması gibi. Evine, şehrine, yurduna bombalar yağması gibi. Ve bütün bunlar oluyorken doğduğu yerin koşulları gereği, elinde olmadığı için yaşadığı yeri seçememesi gibi...

  İşte bütün bunları bir silsile hâlinde düşündüğünde, o ilahî adâletin varlığından süphe ediyor,  sorguluyorsun. Benim sorgulama serüvenim bu bakış açısıyla başlayıp evrile evrile değişik şekillere büründü. Peki ya bu sorgulama bitti mi? Asla! Nitekim, insan olmamızın en temel ayırıcı özelliği de sorgulamak değil miydi?

      

22 Kasım 2019 Cuma

Çok Eskilerden

     Çocukluğum sokakta oyun oynamakla geçmişti. Yemek yemeyi, su içmeyi unutacak kadar oyun oynardım. Oyun oynadığı çağlar bir çocuğun en güzel anılarındandır. Bana göre oyun oynayan çocuklar 2ye ayrılır. Zamanı unutarak oyun oynayanlar ve zihnindekilerden kaçmak için kendini oyunun içinde unutanlar.

     Ben ikincisiydim. O kadar da kolay değildi tabi kendimi unutmak. Dışarıda top peşinde koşarken evdeki bağrışmayı dışarıdan duyduğum zamanlar hiçbir şey olmamış gibi oyuna adapte olmak biraz zordu.

     Çocukluğunda içlerindeki fırtınayı bastırıp yüreğinde saklayanlar büyüdüklerinde hep 1 fazla kırılgan oluyorlar bence. Hep 1 fazla hassas. Hep 1 fazla mutlu etmeye meyilli. Kendi mutlu olamadığından, çocukluğunun o endişeli günlerdeki açığını çocukluğu kadar sevdiği kişileri mutlu etmekle kapatmaya çalışır. Aynı şekilde kendi iç dünyasındaki açığın da başkaları tarafından kapatılmasını bekler.

10 Temmuz 2019 Çarşamba

Adâlet Dedikleri

  (2016’dan kalma bir yazım, sorgulamaya başladığım günlerime selam olsun. )

     Evrende başka hayatların var olmadığını varsayarak konuşuyorum; dünyada adalet dışında her şey v var.. Lâkin adalet yok! Peki adâlet nedir? Âdil olan... Yani kelime kökeni tam olarak bu.

     Peki âdil olan şeyi âdil yapan tam olarak ne? Bireylerin söz konusu bir husustan tatmin olması mı? Lehine olması mı? Peki birinin lehine olan durum bir diğerinin alehineyse? Âdaleti hukukî açıdan ele almıyorum elbette... Yaşam koşullarından bahsediyorum.  Yani tam olarak ilahî adaletten, şâyet var ise!

   Misal, kimse doğduğu yeri seçemiyor. Ben ne vakit böyle bir örneklemeye girsem, karşımdaki kişilerden hep aynı cevabı duyoyorum; ''Doğduğun yeri seçemezsin fakat yaşadığın yeri seçebilirsin.''

     Hmm.. Demek öyle.

  Yani diyorsunuz ki, 3. dünya ülkesinde doğmuş birisin, vize uygulamasına tâbi tutulduğun sebebiyle bir diğer kişinin inisiyatifi ile herhangi başka bir yerde yaşayabilme ''özgürlüğün'' var.  Ya da bir saniye, bir örnekle bunu daha da açalım.

     Türkiye'de yaşıyorsun. (Evet, 1. dünya ülkesi değiliz!)

    Önce pozitif düşünerek konuşalım. Türkiye'de doğdun, okul okudun. İngilizce biliyorsun -ki yurt dışında yaşayabilmek için bir iletişim aracın olsun elinde- ve mezuniyetin akabinde bir işe girdin ve birikim yaptın. Dil biliyorsun, mesleğin var, finansal gücün de var. Doğduğun yeri seçemedin, fakat yaşadığın yeri seçiyorsun; ne mutlu sana!

     Gelelim gerçekçi olmaya! Türkiye'de doğdun, okul okuyamadın. Son jenerasyondan bile değilsin, bir anne bir baba olabilecek yaştasın, belki daha bile geçkin bir yaşta. Dönemin koşulları malum, herkes okul okuyamadı. Öyleyse İngilizce de bilmiyorsun. Fakat elbette bir mesleğin var, geçimini sağlayabiliyorsun. Toplumun mektepli değil de alaylı dediklerinden birisin. Koşulların başkalarına nispeten iyi ancak yaşamak istediğin yeri seçmek yine de senin elinde değil.

     Şimdi o mükemmel soru gelsin; bu ne kadar âdil?

     Tatmin edici olmadıysa başka bir örnekle geliyorum, hazır olun!

     Afrika'daki açlığa gelelim. Klişe, fakat oldukça gerçek! Eğer Afrika'daki açlık biz ''tok'' olanların sınavıysa, Afrika'da doğanların biz varlıklılar için sınav sorusu olmak istediklerinden emin değilim. ''Bu dünyada zulüm görenler diğer tarafta mükâfatlandırılacaktır'' dediğinizi duyar gibiyim.  Bakın ben acı çekmekten bahsediyorum. Üzerine sinek konan, hani şu kemikleri derisiyle bir olmuş insanlardan bahsediyorum. Sen sınanabil diye oradakilerin doğduğu ilk andan beri bitmeyen bir acı çekmesinden, aç kalıp en sonunda ölmelerinden bahsediyorum.

     Âdil değil. Kabul etmiyorum! 

     Savaşmak istemeyen birinin yaşadığı ülkenin bombalanması gibi. Evine, şehrine, yurduna bombalar yağması gibi. Ve bütün bunlar oluyorken doğduğu yerin koşulları gereği, elinde olmadığı için yaşadığı yeri seçememesi gibi...

     İşte bütün bunları bir silsile hâlinde düşündüğünde, o ilahî adâletin varlığından süphe ediyor,  sorguluyorsun. Benim sorgulama serüvenim bu bakış açısıyla başlayıp evrile evrile değişik şekillere büründü. Peki ya bu sorgulama bitti mi? Asla! Nitekim, insan olmamızın en temel ayırıcı özelliği de sorgulamak değil?

      

24 Mayıs 2019 Cuma

     Benim gibi biri için susmak neredeyse imkansızdır. Ne yapayım, ben de böyle yaratılmışım. Fakat bazen öyle bir acırsınız ki, sanki konuşsanız birazcık daha acıyacakmışsınız gibi gelir. Bu yüzden susarsınız. Çevrenizdekilere ne bir selam veresiniz ne de bir selam alasınız gelir.  Siz sustukça zihninizin kelimeleri ve fotoğrafları içinde boğulursunuz. Sizin içinizdeki hayat tamamen durmuş olsa da çevrenizdeki hayat inadına devam etmektedir. Sinir bozucudur. Rahatsız edicidir. Siz ne kadar yalnız kalıp uyumak istiyorsanız, yapacak işleriniz inadına çoğalır.

     Oysa ben hiçbir şey yapmak istemiyorum. Sıcak bir yaz mümkünse bir daha bana hiç gelmesin. Güneş de gelmesin. Bunu bile istemiyorum artık. 

     Her şey ve herkes biraz donup uzağımda kalabilir mi?

5 Ocak 2016 Salı

Küçük Mutluluklar Üzerine

     Konuya hemen gireceğim. Etrafımızda sayısızca küçük mutluluk var ve biliyor musunuz bunların hepsi bedelsiz! Herhangi bir ücret ödemiyorsunuz, hârika değil mi?!

     1- Elbette ilk madde Güneş!

Sıcak havalarda güneşten hayıflanmak üzereyken radikal bir karar alın ve hâlinizden memnun olun. Güneş var, Sıcakta mayışın. Tadını çıkarın. Kışın bu soğuk günlerinde nasıl üşüdüğünüzü hatırlayın ve derin bir oh çekin. Hiç mi esmiyor?! Akabinde 2. madde geliyor...

     2- Karpuz... Dondurma... Limonata!

Elbette zevk meselesi lâkin benim karpuz, dondurma, limonata 3lüme karşılık siz de kendi 3lünüzü keşfedebilirsiniz.

     3- Bir bebek ya da bir çocuk!

Çocukları ya da bebekleri sevmeseniz bile, davulun sesi uzaktan hoş gelir misâli; onlarla azıcık da olsa vakit geçirmeyi deneyin. Her şeye mantık yürüttüğümüz, anlamlı kılmaya çalıştığımız ve yorulduğumuz hayatlarımıza karşılık öyle sâde ve öyle saf düşünüyorlar ki, bırakın komik olsunlar. Bırakın saçmalasınlar. Bırakın bıktırsınlar. Onlara imrenin. En ''art niyetli'' olanı en nihayetinde hakîki kötülükten uzak ve çıkarsızdır. Bir bebeğin ellerine dokunun, parmaklarının parmağınızı sardığı zamanki mutluluğunuzu en iç yerinizde barındırın. Bir çocuk ile yürüyün, karşıdan karşıya geçin, elinizi tutmasına izin verin. Elinizi nasıl da güvenerek tuttuğunu fark edin. Bu güveni ona verebildiğinizin mutluluğunu en iç yerinizde barındırın.

     4- 70 yaş üzeri bir büyüğünüz!

Aslında bu başlı başına bir makâle konusu olabilirdi. Belki daha ileride yazacağım. 70 yaş üzeri birinin hayata içten içe nasıl umutla bağlandığını gözlemleyin. Çoğumuzun yaptığının aksine, bir çok şeyi nasıl umursamadığını fark edin. İşte asıl hakîkat bu. Bir bebek, bir çocuk ya da bir yaşlı... Nasıl da umursamazlar öyle değil mi? İşte bu mertebeye yaşlanmadan gelebildiyseniz, ne mutlu size! sizden mutlusu olamaz!

     5- Kirlenmek güzeldir!

Lütfen arada sırada da olsa kirlenin. Yaz ayları bunun için mükemmel bir fırsat. Yalın ayak dolaşın. Güneşe izin verin. Toprağa izin verin. Doğa teninize karışsın.

     6- Köye gidin!

Köyünüz mü yok!? İstanbul'a yakın onlarcası var. İstanbul'da değil misiniz? Gözlerinizi açın ve bakın, eminim ki sâde hayatlar yaşayan, emek vermeyi seven insanların yaşadığı yerler bulacaksınız.

     7- Emek verin!

Herhangi bir konuda, herhangi bir şeye emek verin. Mutlu olun.

     8- Karalayın!

Evet tam olarak bunu yapın. Yeteneğiniz varsa bir şeyler çizin. Zihninizi ya da gözünüzün gördüğünü. Yeteneğiniz yoksa kalemi alın büyükçe bembeyaz bir sayfaya karalama yapın. Her şeyi atın oraya, sayfada karman çorman kalsın, rahatlayın.

     9- Tuvalete gidin!

Her ne yapıyorsanız yapın, rahatlamış olarak çıkacaksınız. En azından bu bende böyle işliyor.

     10- Şarkı söyleyerek duş alın!

Akustiğinden ötürü, benim sesimi bile çekilir hâle getiriyor. Deneyin, iyi hissedin.

     11- Top oynayın!

Futbol, voleybol, her ne ise... Top peşinde koşun. Bu süreyi kayda alırsanız izlerken farkedeceksiniz ki top ile koştururken, atlayıp zıplarken gülümsüyorsunuz! Aksi imkansız.

     12- Puding, tatlı vb. sütlü tatlı pişirdikten sonra tencerenin dibini parmağınızla sıyırın!

Bence altına bir şey yazmaya lüzum yok, ziyâdesiyle açık! :)

     13- Televizyonun karşısında uyuyakalın!

Kendi evimde televizyon yok ancak yıllar öncesinden hatırlıyorum, yorgun bir günün ardından televizyon izlerken uzandığınız yerde uyuyakalmak güzel bir his.

     14- Kışın parmaklarınızı içtiğiniz çay bardağında ısıtmak!

Buna huzur da diyebiliriz.

     15- İyi hissettiğiniz ve mutlu olduğunuz her anın aslında küçük değil de kocaman bir an olduğunun farkına varın!


Çok kıymetli birinin tanıştığımız gün bana söylediği en güzel 2 cümleden birisi; dün gibi aklımdadır...

Think Positive! 


Siz de olumlu düşünerek etrafınızda daha öncesinde görmediğiniz, göremediğiniz detaylar ile mutlu olup iyi hissedebilirsiniz. Bu mümkün...





6 Aralık 2015 Pazar

Güneşiniz Bol Olsun

     En büyük zararın akrabadan geldiğini bildiğimiz ve kabul ettiğimiz bir dünyada yaşıyoruz. İstisnalar muhakkak vardır, lâkin bu, Türkiye dahil bütün dünyada kayda değer bir çoğunluğun ortaya koyduğu bir çıkarımdır. Şu hâlde, size zarar veren, iyi ve kötüyü kendi süzgecinizde süzerek karar verdiğiniz kimselerin nereli olduğunun ya da etnik kökeninin bir önemi olmadığını vurgulayabilir miyiz? Kesinlikle!

     İnsanların kim olduğunun bu kadar önemi var mı? Sizce de nasıl olduğu daha önemli değil mi?

     Dinlerin de başlı başına bir felsefe olduğunu savunan biri olarak, yeryüzündeki bütün felsefelerin özünün bireyin kim olduğu ile değil de nasıl olduğu ile ilgilendiğini söyleyebilirim. Bütün felsefelerin çıkış noktası temel prensipte aynı; iyi bir birey olabilmek, nefsini iyiye, güzelliğe eğitebilmek.

     Size kötülük yapana siz iyilik yapmak zorunda değilsiniz elbette, lâkin kötülüğe kötülük ile cevap vermek istemediğinizde ve sûkunetinizi koruduğunuzda bunun adı tam olarak nefis kontrolü oluyor. Bütün bu hesaplaşmalar, süregelen kötülükler, acılar, intikamlar, ölümler, öldürülüşler, hepsi birer kör nefis üretkenliği... Kontrol edilebilir bir nefis katîyyen kötüye sebep olmamalı, sebebi her ne olursa olsun, kötülük sizin elinizden çıkmamalı.

     Benim hayatımda arındığım günden beri var ettiğim hakîkat tam olarak budur, sanmayın ki herkes bana iyi davranıyor. Benim de inişlerim, çıkışlarım, aldatılışlarım, kandırılışlarım ve hayal kırıklıklarım var hem de bir düzine! Benim de sabrımın sonuna gelip de maruz kaldıklarıma cevap vermek istediğim, ortada yanlış olan, yanlış bilinen bir sürü şeyi düzeltmek istediğim zamanlar oluyor. Sonra düşünüyorum, ne gerek var sorusu elimi kolumu bağlıyor, dilime kilit vuruyor. Bırak diyorum. Bırak herkes her şeyi nasıl biliyorsa, nasıl inanıyorsa öyle kalsın, aksi senin hayatında hiçbir şey değiştirmez lâkin dile getirmek istediğin doğrular başka hayatlarda bir çok şeyi değiştirir. O an karar veriyorum, en büyük kötülüğü hakîkati kendime saklayarak yapıyor olacağımın kanaâtine varıyorum ve susuyorum. Hem de ilk günden beri susuyorum.

     Sanıyorum en büyük kötülüğüm budur. Arınmadan önce farklıydım elbette. Kötüye kötü olduğum zamanlar oldu fakat bugün düşündüğümde ne kadar büyük bir yanlışın esiri olduğumun farkındayım. Kendimi önemsemeyi bıraktığım gün, bana yapılan haksızlıklara ve kötülüklere cevap vermez oldum. Nihayetinde kendini bile önemsemeyen birinden başkalarını önemsemesini bekleyemezsiniz. Bir de işin bu tarafı var.

     Umuyorum ki bir gün herkes kendi özünde bunun farkına varabilir ve kendi yüreklerine hakîki bir güneş doğurabilirler. Kötü kötüyü getirir, karanlık karanlığı, kişi kendi elleriyle yarattığı karanlıktan sıyrılmadan kendine bir güneş doğuramaz ve kendine bile bir güneş doğuramayan biri etrafındakileri de aydınlatamaz.

5 Kasım 2015 Perşembe

Bağlılık mı Bağımlılık mı?

     Bunun bilincinde olmak güzel bir his.. Hesapsız, çıkarsız lâkin kontrollü sevmeli... Verilen sevginin beklenen bir karşılığı katîyyen olmamalı. Yalnız öyle çok severken de kontrolden çıktığında bunun adı sevgiden çok bağımlılık oluyor. Bağımlı olduğunu nasıl mı anlarsın?

     Herhangi bir hatasını görmüyorsan... Seven hatayı görür lâkin görmezden gelir yâhut düzeltmeye çalışır. Bağımlıya göre ise, sevdiği ne yaparsa yapsın mütemâdiyen doğru tarafı vardır.

     Bağımlı mantığını yeri geldiğinde bile kullanamaz. O'nsuz yaşamak ihtimâlini bile düşünemez. Hâlbuki hayat bu, her şey bizler için... Dün canım ciğerim dediklerimiz bugün yanımızdalar mı? bugün yanımızda olanlar yarın olacaklar mı? Endişelenmek lüzumsuz. Mühim olan yarın da hayatımızda olması için O'na bağımlı değil bağlı kalmak ve buna göre yaşamak.

     Gelelim bağlı kalmaya... Adı üzerinde; kurduğun o bağı kaybetmemek. İki kişilik düşünmek, iki kişilik karar almak, lâyık olmak ve O'na da bütün bunları yapabilmesi için şanslar vermek, ki tek taraflı olarak işler bağımlılık boyutuna varmasın.

     Sanırım bu işte bahsettikleri ''ince çizgi'' tam olarak da burada saklı.

     Bağımlı kalma; bağlı kal... 

     O'nsuz yaşayamamanın endişesi ile değil; O'nunla yaşayabilmenin huzurunun farkında ol...